Kırklareli
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    30.71
  • EURO
    32.91
  • ALTIN
    1967.5
  • BIST
    8994
  • BTC
    49397.326$

TÜRK DEVRİMİ VE SONRASI ÜZERİNE NOTLAR 2

27 Temmuz 2021, Salı 18:57

Türk Devrimi ve Sonrası Üzerine Notlar 1

 

Türk Devriminde iktidar mücadelesi İslami-feodal nitelikte bir karşı devrim hareketi olan Doğu isyanının bastırılması ve Takrir-i Sükün kanunuyla çözümlenir. İktidarın kontrolü Atatürk’ün liderliğinde küçük burjuva kökenli asker-sivil devrimcilerin eline geçmiştir. Bu  arada Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapatılır. Terakkiperver Fırkası hakim sınıfların Atatürk’e karşı tezgahladıkları oyunun son perdesidir. Türk Devrimi İslam sorunu ile iki planda karşı karşıya kalmış. Halife Sultanın temsil ettiği resmi İslam ve çeşitli tarikatların temsil ettiği popüler İslam. Bir taraftan bir taraftan hilafet -sultan ilga edilmiş  ve din, Diyanet İşleri başkanlığı ile devlete bağlanarak kamu görevi halinde örgütlenmiş; diğer taraftan tekke ve zaviyeler yasak edilerek popüler İslamın temeli sarsılmak istenmiştir.1924 Anayasında devletin dinin İslam olduğu hüküm 1928’de kaldırılmış.1926 Medeni kanun (Medeni kanun mevcut üretim ilişkilerinin ilerisinde bir kanun olduğu için tam olarak yaşama geçmemiştir) ile 1924 yılında çıkarılan Öğretim birliği yasası laiklik yönünde atılan en büyük adımlardı. Laiklik 1937’de Anayasaya girdi. 1929 Kapitalist dünya bunalımının etkisiyle devletin iktisadi hayata müdahalesi artmış . Bu süreç  küçük burjuva iktidarını  burjuvazi ve toprak ağalarını karşı karşıya getirmiştir. Bütün  müdaheleler büyük ticaret burjuvazinin aleyhine olmuştur.1929 tekelci kapitalizm buhranı ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin durumunu sarsınca, bürokrat kadro daha güçlü hale gelmişti.Buda devlet kapitalizminin önünü açmıştı.1930’larda devlet sanayide olduğu gibi Tarımda da kapitalizmi geliştirmek istemiştir.  Türk Devrimi bir burjuva devrimi olduğundan tarımda prekapitalist ilişkileri çözmek ve kapitalizmi geliştirmek göreviyle karşı karşıyadır. Tarımda kapitalistleşmenin istenilen düzeyde olmaması İktidarı sınıfsal yapısından kaynaklanmaktadır.Tarımda hızlı bir kapitalistleşme olması için iktidarın devrimci bir sanayi burjuvazisinde ya da kapitalizme yönelmiş büyük toprak sahiplerinde olması gerekiyordu. Planlı sanayileşme asgari ücretsiz ve fazla çalışmalı bir işçi düzeni içinde yapılmıştır. Finansmanıda orta ve yoksul köylülerin aleyhine olduğu gibi işçilerinde aleyhinedir. Serbest Fırka, çıkarları emperyalizmle en çok uyuşan sınıfların  temsilcisidir. Yabancı sermayenin hararetli bir savunucusudur.  Türkiye’de kapitalizmi geliştirme olanağı  sınırlıdır.           Kadro Hareketi;Ocak 1923 Ocak 1935 arasında yanımlanmış  ve dünya kapitalizminin geçirdiği buhranın etkisi altında , Türkiye’yi kapitalist olmayan bir yoldan sanayileştirme fikrini savunmuştur. Kadrocular, devlet müdaheleciliğini ve devlet kapitalizmini ekonomiye egemen kılmak isteyen orta sınıf kökenli küçük bir”kadro”dur.Sınıf kavgasını red eden kadrocular , küçümsedikleri sınıf kavgasının sonucu  tasfiye olmuşlardır.  Türkiye ikinci dünya savaşına iki kampın baskılarına rağmen savaşa girmemiş. Fakat savaşa girecekmiş gibi ekonomiyi ve orduyu ayakta tutmak zorunda kalmıştır. Buhran yıllarında iktidar koalisyonununda asker-sivil aydınların ağırlığı artmış ise savaş yıllarında da buna benzer gelişme olmuştur.1940 yılında Milli korunma kanunu çıkarıldı. Bu kanun işçi ve yoksul köylülerin aleyhinedir. Burjuvazinin aleyhine olan hükümlerin çok azı uygulanmıştır. Milli korunma kanunu uygulaması toprak ağaları ve ticaret burjuvazisi içindeki bir kesimin palazlanmasına yol açtı. Bürokrasinin  bunlarla işbirliği içindeki bir grubu da ayni süreç sonucu “harp zenginleri” kategorisine dahil oldular. Varlık vergisi; Milli korunma korunma kanunun uygulaması sonucu ortaya çıkan savaş zengini zümre, savunma harcamaları altında ezilen siyasi iktidarın yeni bir hedefi oldular.Varlık vergisi bu anlayışın ürünüdür. Varlık vergisi zengin çiftçileri de kapsamakla beraber,esas itibariyle ticaret ve sanayi burjuvazisine konmuştu. Gerçekte ise Varlık Vergisi tek yönlü olarak azınlıklara karşı kullanılmıştır. Savaş yıllarında siyasi iktidar vergi politikası dışında tarımda üretimi artırmak için radikal kararlar almıştır. Bunlar Köy Enstitüleri ve Çiftçiyi topraklandırma kanunu.     Köy Enstitüleri; Köy Enstitülerin mimarı Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’tur. Egemen sınıflar çok sayıda köylü aydının sınıf bilincine kavuşmasından  ve  sınıf kavgası vermesinden korkmuşlar ve Köy Enstitülerine saldırmışlar ve de kapatılmasını sağlamışlardır. Buna karşı bazı “solcu” düşünürler”altyapı değişmeden, eğitimle bir şey yapılamaz” gibi bir görüşle Köy Enstitülerine karşı çıkmışlardır. Elbette ki eğitimle tek başına düzen değiştirilemez.Ancak belli bir eğitimden geçmemiş olanlarlar da düzen değiştirme kavgası yapamazlar. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, her şeyden önce büyük toprak sahiplerinin iktisadi ve bunun sonuçu ortaya çıkan siyasi gücüne karşı yönelmiş bir kanundur. Böyle bir kanun yoksul köylülerin sınıf mücadelesi ile gerçekleşseydi,uygulama da başarılı olurdu. Oysa yoksul köylülerin bilinç durumları böyle bir mücadeleyi başlatmamıştır. Küçük burjuva kökenli iktidar, ne kendi ne de hücum ettiği sınıfın gücünü gerçekçi bir biçimde hesap edememiştir. Büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazinin CHP den kopan bir küçük grubun öncülüğünde örgütlenen DP, halk kitlelerini peşinden sürükleyerek 1950 yılında iktidarı ele geçirmiştir. Milli kurtuluş hareketimiz bir ulusal burjuva devrimi ile pik yapmıştı. Bunun en özlü göstergesi, feodal bir temele dayanan saltanatın ve hilafetin tasfiyesi ve cumhuriyetin ilanıdır. Kemalizm 1920 lerin Türkiye’sinin yarattığı siyasal bir doktrindir, bilimsel bir statü değildir. Temel ilkeleri kitaplıklarda değil savaş alanlarında kongre ve meclislerde, diplomatik konferanslarda geliştirilmiştir. Onun ideoloji haline gelişi ve ilkeler halinde özetlenmesi devrimci atılımın bitmesinden sonradır. Günümüzde “demokrasi” sadece siyasal yönlerince anlaşılıyor ve değerlendiriliyor. Siyasal hak ve özgürlüklere( seçim, örgütlenme, düşünce özgürlüğü vb) yer tanımayan rejimlerin diktatörlük olarak tanımlanması görüşü  doğru, fakat eksiktir. Demokrasinin toplumsal sınıfların varlığından doğan sosyal bir yönü vardır. Devrimlerin jakoben yöntemler de kullansalar , demokratik yönleri burada ortaya çıkar. Her devrim egemen ve ayrıcalıklı bir sınıfı tasfiye ettiği ölçüde demokratik devrimdir. Bunu izleyen rejim ister istemez devrimi korumaya yönelik yasaları otoriterce uygulandığı , karşı devrim potansiyelini önlemeye çalışıldığı , siyasal özgürlüklerin kısıtlandığı bir rejimdir. Bu yüzden devrimleri “demokratik diktatörlük” olarak nitelelendirilir.Bunlar toplumsal açıdan demokratik , siyasal açıdan diktatöryal  rejimlerdir. Ancak yeni ayrıcalıklı sınıflar yarattığı ölçüde demokratik niteliklerini kaybederler ve tutucu diktatörlükler haline gelirler. Kemalist rejimin siyasal diktatörlüğünü de göreli düşünmek gerekir. Kemalist rejim tüm düşünce özgürlüğünü değil,karşı devrimci düşüncelerin özgürlüğünü ortadan kaldırmıştır. Atatürk kültü, iki yüz yıldır Batı hegemonyası karşısında ezilmiş, kendine güvenini kaybetmiş , kompleksli bir aydın kitlesinin “ulusal kahraman” özlemine yanıt vermiştir.Bu kült 1930 girerken oluşmuştur. Türk devrimi kendi sınırlarına geldiğinde , karşı devrim eğilimli bir sınıf ortaya çıkmış, devrimci coşku tükenmiş ve Atatürk kültünün toplumsal işlevide değişmiştir. 1946 yılında idealist  ve demokrat Kemalistlerin yanı sıra savaş vurguncusu bir sınıf ve toprak ağaları iktidara yürürken  Atatürk bağnaz dincilerin saldırısına hedef olmuş  ve seçimleri “27 senelik istibdat “ propagandasıyla kazanan Demokrat Parti  Atatürk’ü koruma kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır.     Türk Devriminin tarihte ve evrensel plandaki önemi; Sömürgeciliğin ve ulusal birlik hareketlerin çerçevesini çizdiği birinci dönem kurtuluş savaşları bitmiş,Sovyet Devrimin’in etkisi ve desteğiyle antiemperyalist nitelikli ikinci dönem kurtuluş savaşları başlamıştı, Türk Devrimi bunların ilk örneği ve öncüsüdür.