Öyle Bir Cezaevi Yaptılar ki..!
21 Ekim 2025, Salı 18:52
Eşi pandemide ölen, İstanbul’da oğlu ile birlikte yaşayan ve ciddi sağlık sorunları olan abimin zaman zaman ziyaretine gidiyorum.Son yıllarda hızla yoksullaşan emekli bir vatandaş olarak elbette ekonomik diye trenle yolculuğu tercih ediyorum.Bir de altmış beş yaş indirimi de olunca değmeyin keyfime...Yine bir ziyaret için indirimli biletimi birkaç gün önceden aldım.Treni kaçırmamak için kalkış saatine en az bir saat kala evden çıkıp,epey bir yürüdükten sonra o hatta çalışan bir minibüse binerek kısa sürede istasyona vardım.Valizimi bekleme salonuna bırakarak vakit geçsin diye istasyonun önünde volta atmaya başladım.
Aylardan Haziranın ilk haftası...İstasyonun çevresindeki dev çınar,çam ağaçları, dallarında cıvıl cıvıl öten binlerce kuşa tüm cömertliklerini sunuyorlardı.Sabahın erken saatleri olmasına rağmen güneş ortalığı kasıp kavuruyordu.Yaz sıcağını iliklerine kadar hissetmiş toprakta gezinen karıncalar,böcekler öyle ummalı çalışıyorlardı ki sanki yarın düğün dernekleri olacak gibi telaşlıydılar. Ben de bu anın tadını çıkarmak için tren gelinceye kadar gür otlarla örtülü toprağa oturup onları izlemeye başladım.Karıncalar aynı masallarda anlatılanlar gibi yine iş başındaydılar.Kendilerine açtıkları yolda kafileler halinde oradan oraya ağırlıklarının üç dört katı fazla yük taşıyorlardı.Birlikte hareket ettikleri için önüne gelen engelleri aşıp gidecekleri yere varıyorlardı.Gruptan ayrılanlar etrafta bir müddet aval aval dolaştıktan sonra sonunda onlar da kafileye dahil oluyorlardı.Her şey doğanın kendi içinde oluşturduğu ekosistem içinde diyalettik bir şekilde ilerliyordu.Ben doğanın büyük bir uyum içinde işlerini nasıl döndürdüğünü düşünürken Edirne istikametinden gelen İstanbul treni, bir yılan başı gibi kafa ışıklarıyla gür kayın ağaçları arasından göründü.
Hafta sonu olduğu için epey kalabalık trenin iki basamaklı yüksek merdivenlerinden telaşla inen binenleri bir süre bekledikten sonra sakince çıkarak yolculuk edeceğim 2 no’lu vagonuma girdim.Oturacağım koltuğu da buldum.Yalnız, cam boyundaki benim oturacağım koltukta benden genç,ellili yaşlarda gür kırçıl saçlı,bıyıklı biri oturuyor.Selam verdim.Tam,Bu benim koltuğum diyeceğim”adam hiç ikiletmeden gayet kibarca kalkıp bana yer verdi.Tanıştık.İç Anadolu’nun tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan,Tuz gölüne sınırı olan bir ildenmiş.O da geçimini hayvancılıkla sağlıyormuş.Üç erkek çocuğu varmış.En büyüğü ilinde yeni yapılan cezaevinde infaz koruma memuru yani gardiyan,ikinci oğlu sanayide bir kaportacının yanında çalışıyormuş.Tekne kazıntısı olan en küçük oğlu da Edirne’de askermiş.Zaten o da asker oğlunu ziyaret etmekten geliyormuş.O da bana nereli olduğumu,ne işle meşgul olduğumu sordu.Fazla detaya girmeden emekli olduğumu,emekli olduktan sonra bir süre taşeron işçiliği yaptığımı,sonra da yakın zamana kadar kendi başıma çelik konstrüksiyon işleri yaptığımı söyledim.Benimle konuşmaya çok istekli görünüyordu.
”Şimdi ne yapıyorsun?”dedi çekinerek.
“Yazları köyümde bağ bahçe işleriyle meşgul oluyorum”dedim.
“Onlar haricinde başka bir uğraşın varmı?”diye üsteledi.Pek adetim değildir yeni tanıştığım insanlara açılmak ama o istedi,kıramadım.
“Kitap yazıyorum”dedim pencereden Ergene Ovasının insanın yüreğini burkan o halini bakarak.
“Yaa!dedi demek ki yazarsın”
“Estağfurullah!kitap yazıyoruz ama ben kendimi daha henüz “Yazar”olarak görmüyorum”diye yanıt verdim.Kitap yazdığımı öğrenince adam bana karşı daha bir saygılı davranmaya başladı.
“Hocam pekiyi,hangi konularda kitap yazıyorsunuz?”dedi merakla.Ben de simsiyah batak gibi akan Ergene’yi göstererek:
“İşte bu ayıbı yazıyorum.Bu suyla sulanan zehirli topraklarda yetişen ürünlerini tüketen ve kansere yakalanan insanların dramatik hikayelerini yazıyorum.Taşeron işçilerini;geçim derdinden köyünü terketmek zorunda köylüleri,önyargılarla işlenen kadın cinayetlerini;büyükler için yazdığım kitapların yanında çocuklar için kitap,doğa,insan ve hayvan sevgisi anlatan çocuk kitapları da yazıyorum”dedim.
Ben kitaplarıma konu olan olayları anlatırken İç Anadolu’lu hemşerim pür dikkat beni dinliyordu.Bu kez ben kendisine:
“Sizin orada işler nasıl gidiyor?İş güç falan...”diye sordum.
“Ne olsun hocam,memleketin halini görüyorsun.Yem,gübre,şeker gibi bazı işyerleri birbiri ardına özelleştikten bir müddet göstermelik çalıştırdılar sonra her nedense kapanıp gittiler.Tekstil fabrikaları da kapılarına kilit vurup makinelerini yabancı melmeketlere taşıdılar.Anlayacağın işsizlik dizboyu...”Ben bir şeyler söyleyecek oldum,sonradan vazgeçtim.Bir ara aramızda bir sessizlik oldu.Belliki adam gidişattan pek memnun değil.Sonra hiç beklenmedik bir şekilde iştahlı iştahlı:
“Ama hocam ilimize bir cezaevi yaptılar ki bir göreceksin,koskocaman...İçinde yok yok,aynı bir fabrika gibi...”
Adam böyle konuşunca o an aklıma ,”Bu cezaevinde ne üretiliyor?”diye sormak geldi.Ama işsizlikten kırılan bölgede büyük bir istahdam alanı yaratıldığını;ülkenin her yerinden gelen mahkum ziyaretçileri sayesinde esnaf da rahat bir nefes aldığını anlatmaya devam edince şevkini kırmamak için sakince dinlemeyi tercih ettim.Üstelik lise mezunu olan asker oğlunun da askerden sonra abisi gibi infaz koruma memuru olacağını söyleyince adama ne diyebilirdim.”Hayırlısı olsun,kesin mi?”dedim.”Kesin” dedi.İşi iktidardaki partinin bölgeden çıkardığı ve sonradan bakan yaptığı kanaldan bağladığını söyledi.O ana kadar konuşmayacağıma dair kendi kendime söz vermişken tutamadım.Şom ağzımı açarak:
“Hemşerim,ülkenin her yerinde kapanan fabrikalar yerine niye devasa cezaevleri açıldığını hiç düşündün mü?İlinde özellleştirme adı altında ikdidar yandaşlarına araç mezat satılan fabrikaların kapanmaması için mücadele etseydiniz de o fabrikalar kapanmasaydı daha iyi olmaz mıydı”diye sordum.Adam anlamsız anlamsız yüzüme baktı.Çaresiz bir şekilde:
“Ama nasıl karşı gelebilirdik ki?Özellleştirmeleri yapanlar yıllardır oy verdiğimiz bizimkilerdi...”deyince “Haklısın hemşerim.Aynı,ağacı kesen baltanın sapı da kendisinden olduğu gibi değil mi?”dedim.Acı bir gülümsemeyle.”Evet”dedi.Bu konuşmamızdan sonra İstanbul’a kadar pek konuşmadık.Yalnız trenden inerken gülerek:
“Hocam kitaplarınıza nasıl ulaşabilrim?Bana hangi kitabınızı tavsiye edersiniz ”diye sordu.Ben de ismimi gogol amcaya sorduğunda kitaplarımı internetteki bütün satış sitelerinde bulabileceğini söyledim.Ona,Neoliberalizm de denilen Yeni Dünya Düzeninin dünyada ve ülkemizde ekonomide yarattığı tahribatın sonuçlarını işlediğim ÖTEKİLER”Taşeron İşçiler”olan ilk kitabımı tavsiye ettim. Birkaç ay sonra tanımadığım bir telefon aldım.Arayan trende tanıştığım yol arkadaşımdı.Kitaplarımdan birini okuyup çok beğenmiş,yalnız hala tereddüt içinde:
“Hocam kitabınızı okudum ,müthişti,çok güzel yazmışsınız,kaleminize sağlık.Bir şey soracam, kitabını bizimkilere de göstereyim mi dedi?”Ben de:
“Değil göstermek,okumalarını ısrarla tavsiye et ki yaptıkları işlerin nelere yol açtıklarını görsünler...”
Değerli okuyucu yazının sonucu merak ediyorsundur.O arkadaşla hala telefonlaşıyoruz.Benim bütün kitaplarımı internetten alıp okumuş ve büyük bir değişim yaşamış.Şimdilerde yıllardır oy verdiği partiyi terkedip muhalefetin en radikal bir taraftarı olup çıkmış.Acaba diyorum ona kitaplarımı önermekle iyi mi yaptım yoksa kötü mü.. ?Ya şimdi muhalif fikirleri yüzünden o çok övgüler düzdüğü cezaevine düşerse..!Eee artık orasını da o düşünsün canım(!)kalın sağlıcakla.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum