BİR AKIZ TETEM VARDI...
08 Kasım 2025, Cumartesi 12:57
Köyde geçen çocukluğumda ona “tete(teyze)”diye hitap ettiğim ve çok sevdiğim bir kadın vardı.Aklım erinceye kadar onu öz teyze olarak bildiğim melek gibi bu kadının benim hayatımda apayrı bir yeri vardır.İşin aslı,öz teyzem genç yaşta doğumdan ölünce teyzemin eşiyle evlenir.Üstelik, yetim kalan iki çocuğunu kendi öz evladı gibi sahiplenir.Onlara annelerinin yokluğunu hiç hissettirmez.Sonradan onun da iki kızı bir erkek evladı dünyaya gelir.Başta annem olmak üzre ölen teyzemin geride kalan bütün aile fertlerini kendi akrabası gibi kabul eder çok sever sayardı.Biz de onu aynı duygularla sever,hiç bir şeyden ayırmazdık.
Hani varya bazı insanları betimlerken yanlış bir sözcük kullanmamak için kılı kırk yarıyorsunuz.İşte bu Akız teyzemi sizlere tanıtırken onu tarif edecek sözcükler bulmakta gerçekten zorlanıyorum.Bir insan bu kadar mı iyi olabilir?..Bunun hiç mi ona ters gelen bir meselesi veya hazetmediği birisi olmaz?Çevresinde onunla iyi geçinemeyen,ondan hoşlanmayan birisi hiç tanımadım ki.O her zaman herkese yapıcı yaklaşır;onaylamadığı bir durum bile olsa karşısındakiyle kesinlikle ters düşmez,sorunu çözmek için elinden geleni yapmaktan geri durmazdı.Asıl adı Emine olan bu teyze kadınlarla konuşurken “Akız” sözcüğünü çok kullandığı için yeğenleri olarak biz ona “Akız teyze “veya köy diliyle “Akız tete”diye hitap ederdik.Akız tete,uzun boylu,çakır gözlü,bir kaşı anadan doğma hafif kalkık güzel sayılabilecek bir kadındı.Onlar ölen teyzemin eşi olan eniştemler evlendiklerinde ben dünyada yoktum.Bu evliliklerinden arkası arkaya iki kız ve bir de oğlu oluyor.Kızlar on sekiz yaşına geldikten sonra çalışmak için eşi vefat etmiş İstanbul’da yalnız yaşayan görümcesinin yanına gidiyorlar.Orada çalışırken kendilerine birer eş bulup evleniyorlar.Yetmişli yılların başlarında, İngiltere ve Almanya gibi sanayisi gelişmiş ülkeler ikinci dünya savaşında büyük oranda yitirdikleri işgücünü telafi etmek için devam ettirdikleri yabancı işçi alımı dolayısıyla damatlarının şansı yaver gidip eşleriyle birlikte birisi Almanya’ya,diğeri de İngiltere’ye kapağı atarlar.Eniştem aşırı sigara tüketiminden önce nefes darlığına,ardından da akciğer kanserine yakalanıp altmışını görmeden bu dünyadan göçer.Kızları İstanbul’a gittikten birkaç yıl sonra oğlu da ilkokulu bitirir bitirmez o da İstanbul’un yolunu tutar.Eşinin ölümünden sonra “Paşam”dediği tek dayanağı oğlu da yuvayı terk edince köyde iyice yalnız kalan Akız teyzemin çileli hayatı ondan sonra başlıyor...
Akız teyzemin İngiltere’ye yerleşen kızının çocukları olmaz.Onlar da yıllar sonra erkek kardeşinin üç oğlundan birisini evlatlık edinirler.Almanya’ya yerleşen kızının Türkiye’de iken iki kızı,oraya yerleştikten sonra da iki kızı olur.Karı koca ikisi de fabrikada çalışacakları için kız çocuklarını köyde bizim Akız teyzeye bırakırlar.Onlar da çocuklarının bakımını üstlenen annelerine arada bir para gönderirler.Akız teyze çok cabbar,çalışkan bir kadındır.Hemen yanından dere akan evinin bahçesinde yaz sebzelerinden her çeşidini yetiştirir.O yıllar iklimler şimdilerdeki gibi kurak değildi.Kışlar çok yağışlı,yazlar ise ılıman geçerdi.Dereler durmadan akar,göller susuz kalmazdı.Her hanenin bahçesinde muhakkak domates,biber,patlıcan ve diğer yaz sebzeleri yetiştirilirdi.Köylü her türlü gereksinmelerini kendisi karşılardı.Karpuz,kavun türü şeyler hiç sulamadan sabah düşen çiğle büyürlerdi.Lakin 1986 yılında olan Çernobil Nükleer Santralının patlamasından sonra meralarımızda yıllarca o tür ürünler yetişmez oldu.Köyümüzün diğer önemli geçim kaynağı bağcılıktı.Herkes gibi Akız teyzenin de birkaç tane bağı vardı.Birbirini kaldıramayacak kadar küçük iki torununun bakımlarının yanında hem bağçe eker,hem üzüm bağlarını bakar,hem de karpuz,kavun dahi yetiştirir onları satarak geçimini sağlardı.Torunlarının birisi beş yaşında diğeri ise yedi yaşındaydı.Mavi boncuk gözlü,saçları kıvır kıvır olan büyüğünün ismi Tülay,diğer esmer,tıknaz küçük olanının ismi ise Nedime’ydi.Bana “Dayı”diye hitap ediyorlardı.Ben de o zamanlar 15-16 yaşlarındayım.Biz dört kardeş,annem ve babamla birlikte kalabalık bir aile sayılırdık.Teyzem ise tek başına yalnız bir kadındı.İstanbul’da yeğenleriyle birilikte yaşayan görümcesi Ümmü abla da yeğenleri bir bir yuvadan uçup yalnız kalınca o da tası tarağı toplayıp köye Akız teyzemin yanına gelmişti. Kır işlerine yetişemediği zaman ona yardıma giderdik.Bunun karşılığında o da bize yardıma gelirdi.Biz bu yardımlaşmaya imece diyorduk.O yıllarda gerek akrabalar arasında gerekse komşular arasında müthiş bir dayanışma,yardımlaşma duygusuvardı.Hatır ve vefanın kıymet bilindiği,karşılık beklemeksizin iyiliğin yapıldığı çok güzel yıllardı.
Akız teyzenin Almanya’da çalışan kızının sonradan iki tane daha kızı olur.Gurbet ellerde para biriktirmek için her yolu deneyen gurbetçiler gibi bizim teyzenin kızı damadı da Alman devletin nüfus arttırımını teşvik için verdiği yüksek oranlardaki çocuk parası için art arda çocuk yapmaya başlamışlardı.Çocuklar dünyaya geldikten bir iki ay kadar analarını emzirdikten sonra onları Türkiye’ye Akız teyzeye gönderiyorlardı.Öyleki, iki aylık,sütten ayrılmamış bebeklerini bile yolladıklarını oluyordu.Akız teyzemin iki aylık bebekle yazın sıcağında ne zahmetler çektiğini çok iyi bilirim.O tarla senin bu bağ benim kadıncağız torunlarını bakmaktan bir gün olsun ak gün görememişti. O kadar iş yüküne ve sıkıntıya rağmen bir gün olsun off dediğini duymadık.Ona”Niye bu çocuklara bakıyorsun?Bırak anası,babası baksın”diyenlere:
“Akız,onların işleri var, çalışırlar,çocuklarına nasıl baksınlar?Hem sonra onlar bana yük değiller ki”diyerek kızına,torunlarına kesinlikle hiç laf söyletmezdi.Kızının çocukları büyüyüp Almanya’ya gittikten sonra bu kez oğlunun iki tane erkek çocuğunun bakımını üstlenmişti.Çünkü oğlu ve karısı Edirne’de bir tekstil fabrikasında çalışıyorlardı.Akız teyze çok yaşlanmış,artık erkek torunlarını köy içinde kontrol edememeye başlamıştı.En sonunda oğlu ve gelini kadının haline acıyınca onu ve yaşlı halalarını yanlarına aldılar.Onun Edirne’ye oğlunun yanına gitmesiyle o çileli hayatı biraz olsun iyileşmişti.Görümcesi Ümmü abla da çok iyi bir kadındı.O da Akız teyze gibi talihsiz bir kadındı.Genç yaşında kocası onu bir çocukla bırakıp başka biriyle evlenir.Kızını tek başına büyütür.Kızı büyüdükten sonra annesine ihanet eden babasının yanına sığınır.Çünkü adam yörenin en zengin,en saygın kişilerinden biridir.Yaşadığı kasabada bir un değirmeni,sıra sıra dükkanlar ve çok geniş verimli topraklara sahiptir.Onlarca çalışanı ve hizmetcisi vardır.Kısacası civarda ırgat olarak çalışanların çoğu ona çalışmaktadır.Akız teyze,görümcesiyle birlikte oğlunun yanında yıllarca onların çocuklarına baktılar.Oğlu ve gelini de onları hep el üstünde tuttu. Edirne’de kalırken biz de ailece sık sık evlerine uğrar hal hatır sorardık.İkisi de beni çok severlerdi.Köydeki gibi sıcak,samimi ilişkilerimiz hiç kesintiye uğramadan onlar bu dünyadan göçünceye kadar sürdü.
Beni hayrete düşüren diğer husus;inanılmaz derecede iyi kalpli,kadirşinas;hiç kimse için en ufak bir art niyet düşünmeyen;haktan,hakkaniyetten ayrılmayan,dini bütün böyle muhteşem bir insanın ölümünün çok trajedik olması...Hastalandıktan sonra hastaneye kaldırılan bu kanatsız Melek’in aylarca komada kalıp feci bir şekilde ölmesi benim hayat dair düşüncelerimi allak bullak etti.Bana göre bu derece iyi bir acı çekerek ölmemeliydi.Çünkü Akız teyze, yaşamı boyunca bir kez bile olsa iyilikten,doğruluktan bir milim sapmamıştı.Yakınlarının mutluluğu için kendi hayatını feda eden bir insana bu şekilde bir ölüm hiç yakışmamıştı.Ne yazık ki bir daha eşine benzerine rastlayamayacağım böylesi bir değeri aylar süren trajik bir bitkisel hayattan sonra ebediyete uğurlamıştık.Mekanın cennet,toprağın bol olsun,ışıklar içinde uyu Akız tete...

Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum