Kırklareli
31 Aralık, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    30.71
  • EURO
    32.91
  • ALTIN
    1967.5
  • BIST
    8994
  • BTC
    49397.326$

EĞİTİM - SEN Genel Başkanı Feray Aytekin AYDOĞAN İle Röportaj

02 Ocak 2021, Cumartesi 15:29

Milli Eğitim Müdürlüklerine ve okullara ziyaretler gerçekleştiriyorsunuz. Pandemi süresince Türkiye’de nasıl bir manzara var? Nasıl yorumluyorsunuz bu süreci?

Öncelikle 21 Eylül’de okul öncesi ve ilkokul 1. sınıflara ilişkin onay veren velilerin öğrencilerinin başladığı günden önce ayın 17’sinde, Milli Eğitim Bakanı ile uzun bir görüşme gerçekleştirdik. Hem yüz yüze eğitim için okulların hazırlığı hem de uzaktan eğitimde yaşanan sorunların, eşitsizliklerin giderilmesine ilişkin 38 madde paylaştık. Ancak 16 Mart’ta okulların kapanmasının üzerinden 6 ay gibi bir süre geçmesine rağmen, halen Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlıksız olduğunu gördük ve yaşadığımız her gün bu hazırlıksızlık çok net bir şekilde kayıt altına alınıyor bizim açımızdan. Yüz yüze eğitimin çok yaşamsal olduğunu ve mutlaka oluşturulacak yol haritasının yüz yüze eğitimin bir an önce başlamasının esas alması gerektiğini yine görüşmemizde de ifade ettik. EĞİTİM-SEN olarak sürekli bunu vurguluyoruz çünkü şunu bilimsel bir gerçeklik olarak da biliyoruz, dünyada okulların uzun süre kapalı kaldığı ülkelerde okullara geri dönüş yaşandığında okul terki artıyor, çocuk işçiliği, çocuk evliliği, çocuk istismarı ciddi boyutlara ulaşıyor. Ya sermayenin ucuz işgücü haline geliyor çocuklar ya da köktenci grupların hedefi oluyor ve bu yüzden de bir an önce başlaması bizim için çok önemlidir. Aynı zamanda yine salgının başından bugüne, Milli Eğitim Bakanlığı uzaktan eğitimle yüz yüze eğitimi eşitleyen bir algı yürütmeye çalıştı. Bunun da kesinlikle bilimsel bir karşılığı yok.

UZAKTAN EĞİTİM HİÇBİR ŞEKİLDE YÜZ YÜZE EĞİTİMİN YERİNİ TUTAMAZ

Eğitim tek başına akademik bilgi aktarımı süreci değildir. Öğrencilerin bilişsel, sosyal, psikolojik gelişimlerine dair bir süreçtir. Arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle mekânla kurduğu ilişki, kendini özgürce ifade edebilmesi, kendi hikâyesini yazma sürecidir. Bu yüzden de yüz yüze eğitimin başlaması çok önemlidir. Ancak yüz yüze eğitimle ilgili en temel hazırlıkların bile hayata geçirilmediğini gördük bu dönemde. Yine okulları ziyaret ettik, arkadaşlarımızla da bir araya geldik. Salgın gibi son derece kaygılarımızın derin olduğu bir süreç yaşarken hala okullarda temizlik görevlisi istihdamının bile tamamlanmadığını gördük. Şu anda yüz yüze eğitimin başladığı ve salgın yayılımının artmadığı ülkelerde hayata geçirilen temel kriterler var. Öncelikle her zaman vurgumuz, esas alınması gereken yüz yüze eğitiminin başlamasında, siyasi iktidarın veya siyasi iktidarların, sermayenin, özel okul sahiplerinin ihtiyaçları değil öğrencilerimizin eğitim hakkı, eğitim emekçilerin sağlık hakkı olmalıdır dedik. Mutlaka bilimsel verilerle hareket edilmesi gerekir dedik. Salgın yayılımının artmadığı ülkelerde örneğin şunu görüyoruz, temel kriterlerden biri bilim insanlarının uyarısı doğrultusunda, 100 bin kişide kişi başına vaka sayısının nüfusa oranının 1’in altına düşmesi gerekiyor. Bu bizim ülkemiz açısından 700’ün altında, vaka sayılarının düşmesi ve salgın yayılımının kontrol altına alınması gerekiyor. Vaka sayılarının 700’ün altına düşmediği her durumda, okulların öğrencilerimizin tamamı veya büyük çoğunluğu için açılması durumunda, salgın yayılımı artıyor ki bunda İsrail ve ABD’deki çok sayıda eyalet, çok net örnekler olarak hayata geçti ve bunu yaşadık. İsrail birinci dalgayı bu şekilde yaşadı. Okulları tekrar kapatmak zorunda kaldılar ve şu anda yine karantina altına alınma süreçleri devam ettiği ve okulların kapatıldığı yerlerde bu hazırlıksızlığın ve bilimsel verilerin esas alınmaması sonucu olduğunu gördük.

FİZİKSEL HAREKETLİLİĞİN AZALTILMASI GEREKİYOR

Yine siyasi iktidarın temel sorumluluğu, temel uyarılardan biri, fiziksel hareketliliğin azaltılması gerekiyor, enfeksiyon zincirinin kırılması gerekiyor. Bu yeni normalle başlatılan sürecin devamında şunu gördük, salgın ve vaka sayıları çok arttı. Okulların sağlıklı bir şekilde açılabilmesi için de siyasi iktidarın mutlaka bu önlemleri alması gerekiyor. Ancak yüz yüze eğitimde temizlik görevlisi, sağlık görevlisi istihdamı, düzenli ve ücretsiz test, derslik sayılarının arttırılması gibi en temel yapılması gereken adımların yapılmama ısrarı sürüyor. Şu anda yüz yüze eğitim başladı dememiz mümkün değil. Öğrencilerimizin ?’ından fazlası için şu anda uzaktan eğitim devam ediyor. Uzaktan eğitimde de, salgının başında yaşadığımız sorunların benzerini yaşamaya devam ediyoruz. Öncelikle uzaktan eğitimin gerçekleşebilmesi için en temel atılması gereken adım, erişim sorununun çözülmesiydi.

6 MİLYONU AŞKIN ÖĞRENCİMİZ UZAKTAN EĞİTİME ERİŞEMİYOR

Hem UNICEF raporları hem Milli Eğitim Bakanlığı verileri üzerinden 6 milyonu aşkın öğrencimizin uzaktan eğitime erişemediğini biliyoruz, bunu tespit etmiş durumdayız. Buradaki sorunların başında gelen maddelerden biri, öğrencilerimizin gerekli cihazlara sahip olmamasıdır. Yine başta kırsal kesimlerde yaşayan ve yoksul mahallelerde yaşayan öğrencilerimiz açısından internet erişim sorunudur. Ancak bu konuda da bir adım atılmadı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile yaptığımız görüşmede de, 4 bini aşkın öğrencinin uzaktan eğitime erişim sorununun Kırklareli özelinde de devam ettiğini kendisi ifade etti. Bu konuda çalışmaların sürdürüldüğünü söylendi ancak bu çalışmaların ne olduğu, nasıl ve ne kadar sürede hayata geçirileceği hala net değil. Kaldı ki şimdiye kadar bu eksikliklerin giderilmiş olması gerekirdi. Aylar geçen bir süreden bahsediyoruz. Bir de sorun tek başına erişim meselesi de değil, yine EĞİTİM-SEN olarak başından itibaren ifade etmiştik, uzaktan eğitim programı geçmişte de, ülkemizde ve dünyada uygulanan bir programdı. Şu anda yaşadığımız süreç dünya genelinde “Acil Uzaktan Öğretim” olarak ifade ediliyor. Kısa erimli, acil, akut sorunlar noktasında çözüm üretmesi gereken bir program ve bu program nasıl olmalı? Öncelikle, temel hedefinin öğrencinin eğitimden kopuşunun engellenmesi olması gerekirdi ancak bunun böyle olmadığını gördük. Başta yoksul ailelerin çocukları olmak üzere, çok ciddi bir şekilde eğitimden kopuş devam ediyor. İkincisi, devamlılığın sağlanması gerekirdi. Çok sayıda saha çalışmaları, yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdik. Örneğin 70 öğrenciden sorumlu bir arkadaşımız, uzaktan eğitimi 2-3 öğrenciyle devam ettirebildiğini; 30 öğrenciden sorumlu bir arkadaşımız 1-2 öğrenciyle devam ettirebildiğini söyledi. Peki öğrenciler neden takip etmiyor, neden ulaşamıyor, bu konuda neden şimdiye kadar bir çalışma yapılmadı ve çok ciddi rakamlar gerçekten. En önemlisi, mutlaka ders içeriklerinin öğrencilerimizin ruh sağlığının güçlü tutmasına odaklı amaçlanmalıydı. Öğrencilerimizin kendisine dair, ailelerine dair, sevdiklerine ve tüm yakınlarına dair ciddi kaygılar yaşadığı süreçte, sanki olağan dışı bir süreç yaşamıyormuşuz gibi, teknik bilgi aktarımlarıyla ve video çekimleriyle sınırlı bir uzaktan eğitim süreci yaşandı. Yine 4 Eylül’de Uzaktan Eğitim Çalıştayı gerçekleştirdik. Burada, çalıştaya katılan arkadaşlarımız şunu ifade ettiler, uzaktan eğitime erişim imkanına sahip olan öğrencilerimizin devamlılığın çok sınırlı olduğunu, bu devamlılığın – 20 oranında kaldığını söylediler. Yine yaptığımız saha çalışmasında, 2239 öğretmen arkadaşımızın ?.8’si uzaktan eğitime erişen öğrencilerin de bundan nitelikli olarak faydalanamadığını ifade etti. Yani, erişim evet temel bir sorun ama yalnızca erişim değil, ders içerikleri ve Acil Uzaktan Öğretim’in bir öğretim tasarımı inşa edilmemesi de, hala bu konuda çalışmaların yapılmaması da temel bir sorun olarak duruyor.

KULLANILAN PROGRAMLAR GÜVENLİK RİSKİ OLUŞTURMAKTA

Aynı zamanda, kullanılan programlar ve platformlar ciddi anlamda güvenlik riski taşıyor. Salgının başından itibaren bu uyarıyı Milli Eğitim Bakanlığına ve Milli Eğitim Müdürlüklerine yapmıştık. Mutlaka ve mutlaka Milli Eğitim Bakanlığının, Milli Eğitim Müdürlüklerinin çevrimiçi lisanslı programlarını temin etmesi gerekiyor. Bu programlar temin edilmediği sürece, hem öğrencilerimiz açısından hem öğretmen arkadaşlarımız açısından ciddi risklerin devam ettiğini söylemiştik ve şu anda da ciddi olumsuzluklar yaşanıyor programların güvenilir olmamasından kaynaklı. Örneğin, bu dahi hayata geçirilmedi. Bu noktada dahi adım atılmadı. Yani yüz yüze eğitim için de uzaktan eğitim için de sorunlar hiç değişmeden devam ediyor. İl il dolaşıyoruz Merkez Yürütme Kurulu olarak ve şu anda yüz yüze ve uzaktan eğitimde yaşanan sorunlarla baş etmek, öğretmenlere, eğitim emekçilerine bırakılmış durumda. Herkes kendi kişisel çabaları ile sürdürmeye çalışıyor veya okullarda yüz yüze eğitim, uzaktan eğitim veya çeşitli kursların hayata geçirilmesi durumunda önlemlerini kendi kişisel çabalarla hayata geçirmeye çalışıyorlar.

BİR KUŞAĞI KAYBETME RİSKİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Ancak şunu da özellikle ifade etmek istiyorum; özel okullar şu anda çok rahat bir şekilde sorun yaşamazken uzaktan eğitime erişebiliyor ancak her sorunu aynı şekilde hiç değişmeden biz kamu okullarında yaşıyoruz. Eşitsizlik her geçen gün derinleşiyor. Yüz yüze eğitimde ve özellikle eğitimde piyasalaştırma politikaları ve bilimsel eğitimin terk edilmesiyle birlikte ciddi bir eşitsizlik yaşıyordu öğrencilerimiz. Ancak salgında eşitsizlik artık korkunç bir boyuta geldi. Bir kuşağı kaybetme riski ile karşı karşıyayız şu anda.

Alışveriş merkezleri, oteller gibi ticari işletmelerin açılmasında herhangi bir sorun yaşanmazken, okulların açılmasına ilişkin çok sancılı bir süreç geçiriyoruz. Sizce bunun altında, hükümetin eğitim politikalarına değer vermediği mi görülüyor?

Öncelikle kamusal eğitimi hak olarak görmeyen bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. EĞİTİM – SEN olarak sürekli vurguluyoruz, eğer eğitimin en temel ilkesi eşitlik unsuru ortadan kaldırılırsa, yok sayılırsa eğitim hak değil ayrıcalık haline gelir. Ayrıcalık haline geldiği noktada da, başta yoksul ailelerin çocukları olmak üzere, ortak geleceğimizi kaybetme riski ile karşı karşıyayız. Eğer bir ülkenin Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimi kamusal bir hak olarak görüyorsa alınıp satılabilecek bir hizmet tanımlamıyorsa, bir meta olarak görmüyorsa, ne yapması gerekirdi? Şimdiye kadar hem yüz yüze eğitim hem uzaktan eğitimde yaşanan eşitsizliklerin giderilmesine dair eğitime yeterli bütçe ayrılması noktasında bir irade konulması gerekirdi. Ancak bu irade, bu kadar yaşamsal bir dönemden geçerken, bu kadar olağan dışı bir dönemden geçerken dahi hayata geçirilmedi. Hatta asıl sorun, eğitime yeterli bütçe ayrılmaması iken eğitime ayrılan bütçenin yetersizliğinin gerekçesi olarak öğretmen maaşları gösterildi. Biz nitelikli eğitimin hayata geçirildiği ülkelerde biliyoruz ki, eğitim için öğretmenler, eğitim emekçileri kendini değerli ve güvende hissetmeli, insanca yaşam koşullarına sahip olmalı ve kamusal eğitimi bir hak olarak görmesi durumunda siyasi yönetim anlayışının hem öğretmenlerin haklarının güçlendirilmesi ekonomik özlük ve mesleki olarak hem de öğrencilerimizin eşit eğitim hakkına ulaşabilmesi için bütün kaynaklarını kullanması gerekirdi. Ancak ısrar ve ısrarla geçirilmedi. Az önce de ifade ettiğim gibi, özel okullarda yüz yüze eğitim devam ediyor. Uzaktan eğitim de devam ediyor. Eğitim hakkı ile, sağlık hakkının

da birlikte satın alınır hale geldiği bir sürece dönüşmüş durumda süreç. Bu, yaşadığımız tablo…

EĞİTİMDE ÖZEL OKUL ORANI ARTTI

Bu dönemde 1 buçuk milyonun üzerinde öğrenci kayıt yaptı özel okul sahipleri ki hepimiz biliyoruz aslında her zamankinden daha fazla ekonomik kriz yaşanıyor. Hepimiz bu yoksullaşmayı çok daha derin bir şekilde hissetmemize rağmen kamu okullarında gerekli önlemlerin alınmaması, yüz yüze eğitimin öğrencilerimizin çoğunluğu için başlamaması, uzaktan eğitimde yaşanan sorunların ve eşitsizliklerin giderilmemesi politikası çok bilinçli, özel okullara mecbur hale getiriyor aynı zamanda velileri, ebeveynleri. Aslında biz bu hazırlıksızlığın tek başına bir plansızlık, beceriksizlik değil bir “tercih” olduğunu düşünüyoruz. Eğitimin satın alınabilir bir hizmet olduğu, temel bir hak olmadığı bakış açısının sonucu şu an bizim ve öğrencilerimizin yaşadığı tablo.

Özel okullardaki öğrenciler bu süreçte herhangi bir sorun yaşamazken, devlet okullarındaki öğrenciler birçok sorun ile karşı karşıyalar. Bu da bize varsıl – yoksul arasındaki uçurumun her geçen gün arttığını gösteriyor. Çocukların bundan sonraki süreçte eğitim hayatlarında olumsuz bir etkisi kalır mı?

6-7 aydır bunu zaten görüyoruz. Yaptığımız il gezilerinde de görüyoruz. Örneğin çocuk işçiliğinin arttığını, uzaktan eğitime zaten ulaşamıyorlar. Bilgisayarımız, tabletimiz, internetimiz yok. Okullar da açılmıyor. Bir yerlerde çırak olarak çalışsın diyen veliler var. Yine gerekli cihazlara sahip olmadığı için, internet erişim imkânına sahip olmadığı için, uzaktan eğitime ulaşamayan milyonlarca öğrencimiz var. Çok daha kısa süreleri dahi telafi etmek mümkün değilken yine bilim insanlarının paylaşımları, uyarıları bu sürecin uzayacağını bize gösteriyor. Gerekli önlemlerin alınmaması koşulunda, bir nesli kaybetmekle karşı karşıya kalacağız. Bu çok net bir şekilde görünüyor. Dünyada da Afganistan, Sudan örnekleri olmak üzere, uzun süre okulların kapalı kaldığı ülkelerde çocukların hayatındaki gelinen bu korkunç boyutu görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde örneğin, bir Kuran kursunda çocuğa şiddet uygulandı Maraş Elbistan’da.

EĞİTİME DEVAM EDEMEYEN ÇOCUKLAR DİNİ KURUMLARA EMANET EDİLİYOR YA DA ÇOCUK İŞÇİLİĞİNE YÖNELEBİLİYOR

Okullarda önlemleri alıp yüz yüze eğitim uygulanmazken hem çeşitli dini yapıları hem Diyanet’e bağlı tüm kurumlarda Kuran kursları hayata geçiriliyor. Ya çocuk işçi olmaya devam ediyor çocuklar sermaye için ya da başta ENSAR’da, Karaman’da Aladağ’da, çok net yaşadık zaten. Kamusal eğitimin kapatılması ve dini yapıların yurtlarına çocukların mecbur bırakılması aynı dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi çocukların hedefi haline getiriliyor. Ancak bu çok net gerçeklik iken ve biliniyor iken tüm bu politikalar yine piyasalaştırma veya dinselleştirme noktasında hayata geçiriliyor. Örneğin yine salgında, dini yapılarla imzalanan protokoller sürdürülüyor. Milli Eğitim Bakanlığına tekrar ve tekrar hatırlatmaya ve uyarmaya devam edeceğiz. 12 yıllık temel eğitim zorunlu, evrensel ve anayasal bir haktır. Milli Eğitim Bakanlığı öğrencilerimizin kamusal eğitim hakkından sorumludur. Barınma, ulaşım, beslenme… Kamusal eğitim derken öğrencilerimizin eğitim sürecinde ihtiyaç duyduğu tüm haklarından bahsediyoruz. Bunu dini yapılara devredemez. Rant gruplara ya da sermayeye teslim edemez. Bütün öğrencilerimize şu anda hem eğitim hakkından hem sağlık hakkından

sorumludur. Milli Eğitim Bakanlığı bunun gereğini yapmak zorundadır. Yapmadığı takdirde bir nesli kaybetme ihtimali ile karşı karşıyayız. Aynı zamanda sadece öğrencilerimizi kişisel yaşantılarından, umutlarından bahsetmiyoruz memleketin ortak geleceğinden bahsediyoruz aslında.

İnternetin ücretsiz olmaması, evde birden çok çocuğun yaşaması, cihazların yetersiz kalması gibi birçok sebep öğrencilerin başarısız olmasına sebep oldu. Bir kuşağı kaybedebiliriz diyorsunuz. Durum bu hali ile ciddiyetini koruyor mu?

6 milyonu aşkın öğrenci uzaktan erişime ulaşamıyor. Erişebilen çocukların da çok sınırlı bir sayıda takibi söz konusu… Özel okullarla kamu okulları arasındaki uçurum her geçen gün derinleşiyor. Çocuk işçiliğinin arttığını yine sahadan doğru verilerle çok net şekilde görüyoruz. Şunu da görüyoruz, Milli Eğitim Bakanlığı ve siyasi iktidarın yaptıkları açıklamalar da çok açık. Örneğin mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan öğrencilerimizi Milli Eğitim Bakanı tarlalarda ziyaret ediyor. Devamında o tarlalara EBA destek erişim araçları gönderildi. Aslında ne yapması gerekirdi Milli Eğitim Bakanlığının? O tarlalara gittiğinde o çocukların neden orada olduğunu sormak ve onları oradan çıkarmak olmalıydı. Mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılan bir çocuğun, çalıştığı tarlanın yanında EBA erişim aracının getirilmesinin nasıl bir karşılığı olabilir o öğrencinin hayatında? Bir karşılığı olabilir mi? Olmayacağını hepimiz biliyoruz ama sürekli yoksulluğun ve eşitsizliğin üstünü örten bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Asıl yapması gereken, onları tarladan çıkarmak olması gerekirken birtakım süslü ifadeler üzerinden bu gerçekliğin üstü örtülmeye çalışılıyor. Aynı zamanda da durumun, yaratılmaya çalışılan algının, vahametin hangi boyutta olduğunu kurdukları cümle de gösteriyor bize. EBA’nın çöktüğünün açıklandığı saatlerde Urfa’da 15 yaşında mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılan bir kız öğrencimiz, tarım işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucunu hayatını kaybetti. Ne kadar örtmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bu kadar somut ve acı bir gerçeklikle karşı karşıyayız ki çocuklarımız, öğrencilerimiz hem eğitim haklarını hem de yaşamlarını kaybediyorlar bu önlemler alınmadığı sürece.

Kadınların, özellikle çalışan kadınların, mesaisi arttı bu salgın döneminde. Çalışan kadınlar evlerine gidince onları ayrı bir mesai bekliyor. Ev içi işler başta olmak üzere, çocuğun her türlü sorumluluğunu üstlenmek de kadına kalıyor bizim toplumumuzda. Eğitimden de geri kalan çocukların eksikliğini gidermek kadınlara düşüyor büyük ölçüde. Böylesine zor bir süreçte, kadınların da üstlerine aldığı bu vazifeyi düşünerek anne – çocuk ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle kadınlar, kadın emekçiler açısından değerlendirdiğimizde aslında salgın, savaş vb olağan dışı zor koşullarda olumsuz olarak etkilenenler kadınlar ve çocuklar oluyor. Özellikle sosyal devletin sorumluluğunu yerine getirmediği ülkelerde örneğin kreş hakkı, yaşlı bakım hakkı gibi salgın gibi zor koşullarda, toplumsal cinsiyet rollerinin dayatılması yönünden bu işler kadınların yapmakta sorumlu olduğu işler gibi görünüyor. Ciddi şekilde hem esnek çalışma hem mobbingin hem şiddetin arttığını görüyoruz. Salgında da, kadın cinayetlerinin geldiği boyut da ortada… Ne kadar arttığına hep birlikte tanık olduk. Kadına yönelik şiddetin kız çocuklarına yönelik şiddetin çok ciddi boyutlara ulaştığını bizzat yaşadık. Ciddi bir süreç yaşarken bile İstanbul Sözleşmesi’nin aynı zamanda tartışılmaya açıldığını gördük. İstanbul Sözleşmesi’ndeki tüm maddelerin ellerinden alınmaya çalışıldığı dönemi yaşadık hep birlikte. Kadınlar bu süreçte çok daha ciddi etkilendi. Aynı zamanda, bu denli ekonomik kriz, salgın,

savaş vb. olağan dışı dönemlerde işten ilk çıkarılanlar güvencesiz çalışanlar oluyor. Kadın emekçileri olarak bu dönemi çok zor yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Örneğin kadın eğitim emekçileri olarak şunu da gördük, uzaktan eğitimle birlikte mesleki özerkliğimizin hedef alındığı aynı zamanda kadın öğretmenlerin giyiminden kaynaklı, yaşam tarzından kaynaklı sözde basın organları tarafından birtakım olumsuz ifadelerin yazıldığı, kadın öğretmenlerin hedef alındığını da gördük.

HASTANEDEN, KARANTİNADAN ÇIKAN ÇOCUKLARIMIZ SINAVA GİRMEK ZORUNDA BIRAKILDI

Ebeveyn – çocuk ilişkisi açısından da ciddi anlamda sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Eğitimin tek başına akademik bilgi aktarımı olmadığını söylemiştim daha önce. Eğitim, öğrencinin kendi kişisel hikayesini yazma sürecidir ve böyle görülmesi gerektiğini söylemiştim ancak eğitim sisteminin şu an salgında da yaşadığımız tablo, kendi hikayesini veya birlikte yaşadığı memlekete ortak geleceğini yazma hikayesi olarak değil de yarışa, rekabete dayalı sınav merkezli olarak inşa edildi. Şu anda da kamu okulları ile özel okulları arasında, hatta kamu okullarının kendisi arasında ciddi olanak farkları varken, Milli Eğitim Bakanlığı hala okullarda sınavların gerçekleştirileceğini, liselere geçişte ve üniversitede çocukların hem yüz yüze hem uzaktan eğitimdeki tüm konulardan sorumlu tutulacağını söylüyor. Kaldı ki biz salgın yayılımının ciddi arttığı anlarda bile sırf sermayenin ihtiyacı doğrultusunda, turizm şirketlerinin ihtiyacı doğrultusunda, öğrencilerimizin hastanelerden karantinalardan çıkarılarak sınavlara taşındığını gördük. Bu rekabete dayalı, seçme – elemeye dayalı sistem yine özel okul sahiplerini güçlendiriyor, vakıf üniversitelerini güçlendiriyor ve bundan vazgeçmiyor. Eğitimden kopuş süreci hızlanırken aynı zamanda sınav merkezli bir hayat dayatılmaya devam ediliyor şu an öğrencilerimize. En son gerçekleşen LGS’de sosyo-ekonomik durumu daha yüksek, orta ve yüksek düzeyde olan ebeveynlerin çocukları ile sosyo-ekonomik durumu daha alt düzeyde olan, açlık sınırının altında yaşayan ailelerin çocuklarının aldığı puan farkı 120 puan gibi bir noktaya ulaştı. Aslında sadece 1 puanın bile sınav merkezli eğitim sisteminde öğrencilerimizin hayatını tamamen değiştirdiği bir gerçeklik üzerinden baktığımızda, bu uçurumun ne kadar derinleştiğini görüyoruz. Paran varsa o da yetmez paran kadar eğitimin dayatıldığını görüyoruz ve Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı açıklamalarla da aynı ısrar devam ediyor. Aslında, örneğin LGS’de tüm okullarda nitelikli eğitim imkanı ve nitelikli koşullar sağlandığında her çocuğun istediği okulda eğitim görme hakkı hayata geçirilebilir. Bu tartışılmaz bir şekilde çok mümkün olmasına rağmen ısrarla ve ısrarla bu sınav merkezli hayat da dayatılıyor.

RUH SAĞLIĞI OLUMSUZ ETKİLENEN ÇOCUKLARIMIZIN EBEVEYNLERİ İLE OLAN İLİŞKİLERİ DE ZARAR GÖRÜYOR

Tüm bu eğitim sisteminde yaşanılan, salgında öğrencilerin ruh sağlığında umutlarından, hayallerinden vazgeçecek noktaya getirilmesi ebevenyleri ile ilişkisini de olumsuz olarak etkiliyor. Örneğin başta küçük yaş grupları olmak üzere, okul öncesi ve 1. sınıfın başlama sürecinde de şunu söylemiştik, mutlaka, eğitimin uzaktan veya yüz yüze devam etmesi durumunda öğrencilerimizin ebeveyn desteğine ihtiyaç duyduğunu ve ebeveynlerden birine mutlaka ücretli izin hakkı verilmesi gerektiğini söylemiştik. İhtiyacı olan tüm öğrencilerimizin tespit edilip düzenli olarak eğitim desteği, mali destek sağlanması gerektiğini söylemiştik. Sosyal devletin yapması gereken kreş hakkı gibi adımlar atılmadığı sürece hem

çocuklar hem ebeveynler açısından bu yaşanılan kriz daha da derinleşecek. Önlemlerin de hala alınmadığını görüyoruz. Örneğin diyor ki, ebeveynin tercihine bırakıyoruz. Anne ve baba çalışmak durumunda bırakılıyorsa eğer, o çocuk okulda gerekli önlemeler alınmadığında da okula gönderilmek zorunda kalacak. Bu gibi sorunlar da çocuklar ve büyükler arasındaki ilişkileri de olumsuz etkileyecek. Tüm bu sıkıntılar, siyasi iktidarın sorumluluğunu yerine getirmemesi ile ilgili. Biz yıllardır, kamusal ve laik eğitim mücadelesi veriyoruz. Salgın döneminde kamusal eğitimin ne kadar yaşamsal olduğunu çok net gördük. Bu nedenle, eğitim emekçileri öğrenciler ve ebeveynler olarak bu ülkenin tamamıyız. Umutsuzluğa kapılmadan devam etmemiz gerekiyor. Mahalledeki okul bizim okulumuz, bizim vergilerimiz ile ayakta ve şu anki tüm kamu kaynakları bütçesi bize ait. Her okulda yüz yüze eğitim verilmesi için, bir arada gerekli çabayı göstermemiz gerekiyor. Devletin her çocuğun ihtiyacını gidermesi gerekiyor. Her çocuğun umuduna birlikte sahip çıkmamız gerekiyor. Bütçenin eğitim için doğru ve etkili şekilde kullanılması gerekiyor. Memlekete dair hayallerinden vazgeçmeyen herkes için okullar bir mücadele alanıdır.

BİZLER MUTSUZ İNSANLARIN, MUTLU ÖĞRETMENLERİ OLMAYI REDDEDİYORUZ.

Son olarak ise, 38 maddede neler yapılması gerektiğini sıralamıştık. Yapılmaması da bir tercihtir. Kamusal eğitim mücadelesini yükseltmeliyiz. İzleme kurullarının etkin bir çalışma yapması gerekiyor. Duyarlı tüm yurttaşlarımızı bu çağrıya davet ediyoruz. 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nde tüm öğretmenlerimiz ile bir araya geleceğiz. EĞİTİM-SEN olarak da Eğitim Enternasyoneli’nin üyesi tek sendikayız Türkiye’de. Öğretmenler Sorumluluk Alıyor teması ile bu anlamlı günü kutlamış olacağız. Çok sayıda ülkede grev çağrıları yapıldı. Öğretmenler birçok mücadelenin kaynağı olarak gösterilmiştir daima. Bu nedenle memlekete dair mücadelemizi devam ettireceğiz. Öğretmen maaşlarını yük olarak sayan bu politikaya karşı da sokaklarda olacağız. Öncüllerimizin söylediği gibi, bizim sorunlarımız halkın sorunlarından ayrı değildir. Bizler mutsuz insanların, mutlu öğretmenleri olmayı reddediyoruz.